RSS Feed for This Post

Qua Vadis Ümmet?

Sahip olduklarımıza dair…

Tercihlerimiz çoğu kez bize kim olduğumuz sorusunun cevabını verir.Tercihlerimizin verdiği cevapların doğruluğu ancak ve ancak onlara sahip olabilme ölçümüzle mümkündür.Sahip olmak,istemenin sonucudur.İstemek ardından sahip olmak,bu iki eylem,sahip olmanın sonunda noktalanmaz,bir üçüncü isteği doğurur;sahip olduğunu kaybetme korkusu.Pekala;
 
1.)İstemek
2.)Sahip olmak
3.)Sahip olduğunu kaybetme korkusu
 
olarak şıklandırabiliriz.
 
 Başlığımız müslümanlar,konumuz din (İslam) olduğu için,bu şıklandırmayı;Dinin mensubu olmak(istemek),Din içerisinde var olmak,dindar olarak kendini tanımlama(sahip olmak),Kendi varlığı ile bütünleştirdiği dinin zarar görmesinden ve kendi kimliği olan dindarlığın zarar görmesinden korkmak(kaybetme korkusu) olarak örnekleyebiliriz.
 
 Çoğu kez istemek ve sahip olmanın masumiyetini,kaybetme korkusu ile zalimleştirebilir insan.Ve bunu yaparken çoğu kez kendi verdiği zararın dışardan gelecek zararlardan büyük olabileceğini düşünemez.Karşılaştığımız zorluklar(kaybetme korkusu) biz de histeri nöbetine yol açacağı için var olan potansiyelimizi de bu etki ile göremeyebiliriz.
  
 Günümüz müslümanlarına baktığımızda,bu handikaplara rastlamamak neredeyse mümkün değil.Sadece günümüz değil, miladi 610 vahyin nüzulü ile başlayıp miladi 632 vahyin son bulması ile biten sürecin hemen ardından başlayan bu sancılı dönem bugünlere gelene kadar kah zarar görerek kah kendine zarar vererek hemen hemen 1400 yıl gibi uzun bir sürece yayılmıştır.
 
 Rasulullah dönemi müslümanları,cevap bulma konusunda Rasulullah’a danışma,buna ek olarak yaşananları konu alan vahiyden yardım alma gibi kolaylıklara sahiptiler.Ayrıca fetihlerin,yayılmacılığın,öteki ile karşılaşmanın,zaman içerisinde değişen-gelişen olayların da muhatabı olmadıkları için günümüz müslümanlarından çok daha şanslıydılar.
 
 Günümüz müslümanlarının sorunlarına yoğunlaşırken,dış etkilerin etkisinde sahip olduğunu kaybetme ya da ona zarar verme yapılan hataların başında gelmektedir.Bu nedenle var olma çabası içinde yapılacak ilk eylem sahip olduklarının farkında olmaktır.Bunun hemen akabinde geçmişe bakıp deneyimlerden sağlam bacak edinmek de müslüman için yapılacaklar işler listesinin başında gelmektedir.Bu nedenle sorunların tespitine ve geçmişine ait meseleler için ‘İslam düşüncesinin üç temel başlığı;Selefiye,Kelamiye,Sufiye bunların yanı sıra  günümüze damgasını vuran ‘ılımlı İslam’ gibi konu başlıklarını irdelemek gerekir.
 
 Açıklamakta fayda var;bu çalışma müslümanlar ile müslüman olmayanlar arasında ya da doğu-batı arasında başarı-başarısızlık gibi konulara değinecek ama temel almayacak zira  tema ‘Müslümanların sahip oldukları,sahip olduklarının farkında olup olmadıkları,değişen ve gelişen dünya ya cevap üretme çabası içerisinde kendilerini var etme çabası bu çaba ile birlikte yitirdikleri’ özetle sorunların çözümü için durum tespiti.
 
 Konu başlıklarımızdan ilkine geçmeden önce,kısaca değinelim…İslam dinini seçen her bireyin dini içerisinde aynı potansiyeli gösteremeyeceğini,bunun bir eksiklik değil fıtrattan kaynaklanan bir farklılık olduğunu her şeyi bir sebep üzere yaratan Allah’ın her sorumlu bireye de farklı görevler yüklediğini belirtelim.Örneklemek gerekirse;’Rasulullah dönemi müslümanları içerisinde Ashabı suffa’yı oluşturan sahabenin,bir kısmının günlük işlerde çalışıp kazanç elde etmesi,bir kısmının tebliğ ve irşad ile görevlendirilmesi,bir kısmının ise ibadete devam etmek sureti ile manevi destek sağlaması’.Demek ki müslüman dünyasını oluşturan her bireyden aynı potansiyeli beklemek hata olur,her birey kendisi için oluşturulmuş boşluğu doldurmak için görevlendirilmiştir.
 
     SELEFİYE
 
   İslam düşüncesinin yapısını oluşturan ekollerden biri de Selefiye’dir.Kelime anlamı olarak Arap dilinde ‘önceki’ anlamına gelir.Selefiye mezheb olarak ise sahabe,tabiun ve tebe-i tabiin izinden gidenler,onların inanç ve düşüncelerini takip edip asla ve asla onları aşmayanların oluşturduğu ekoldür.Belirtmekte fayda var,burada geniş bir Selefiye incelemesi yapmayacağız sadece İslam düşüncesinin ana başlıklarından biri olarak ele alıp,kısaca değineceğiz.
 
 Selefiler,Kur’an ve hadis ile birlikte sadece ilk üç nesli(sahabe,tabiun,tebau’t-tabiin) söz ve davranışlarını kutsal saymış,bunların tümüne ‘nakil,nas,haber’ demişlerdir.Nakil ve nassı dokunulmaz kabul ederler.Kuran’ın tefsir edilmesine tümden karşı olmasalar dahi onlara göre dokunulmaz olan nass ve nakil ayrıca üç nesil ile birlikte din tamamlanmıştır.Bu tamamlanan din aynı zamanda ilimdir.Bu sayılanların dışındakiler ilim değildir.Dinin tamamlanmış olmasına,tefsir ilmine de uzak durmalarına kanıt olarak; ‘Bugün dininizi tamamladım'(Maide/3) ayetini göstermişlerdir.
 
 Selefi alimlerden İbn Kayyım’ın ‘Mümine gerekli olan şey ilim ve imandır.İlim ve imandan kasıt ise Hz. Muhammed’in tebliğ ettiği,sahabenin öğrendiği ve tabiunun da anladığı ve benimsediğidir.’ sözleri ‘ilim’ tanımlaması açısından düşündürücüdür.
 
 Selefin yolu çoğu kez akıl ile birleşmez nass,nakil,rivayetlere o kadar kutsiyet katar ki sadece onunla hareket eder,sadece onu referans olarak alırlar.Rey ve kıyas asla kullanmadıkları yöntemlerdir,hatta Ahmed b. Hanbel ‘Zayıf hadis kişilerin rey ve kıyaslarından daha muteberdir’ sözleri ile durumu özetler.
 
 Bu noktalarda Selef’in iki özelliği ortaya çıkmaktadır.Tevil ve bidatı red.Tevil(yorum) onlar için nass,nakil ve rivayetin mahiyetini değiştirmektir.Bidat ise ana kaynakların(sahabe,tabiun,tebau’t-tabiin) yapmadıkları uygulamalar olduğu için yine karşı çıkmışlardır.Rasulullah dönemin de uygulanmadığı halde sonradan gelişen ve dinin mahiyetinden ayrılmayan bidat-ı hasene dahi red edilmiştir.Selefiye,hadisi ele alırken zahiri manayı ve lafzi manayı seçmiş bu nedenle her türlü yeniliğin,din dışı olmadığı halde karşısında durmuştur.
 
 İslam düşünce yapısı içerisinde sahip olduğunu kaybetme korkusu ile bu denli ketumlaşan başka bir oluşum yoktur.Bu iyi niyet,dinin varlığını korumak açısından etkili olduğu kadar dinin olumsuz yönde eleştirilmesi adına da oldukça etkili olmuştur.Bu dönemler de gelişen Kelamiye ve Sufiye bu ekol tarafından oldukça eleştirilmiştir.En uç örnekler bir birlerini zındık,kafir ilan etmeye kadar gitmiştir.Hatta Kelamcıları eleştirmek adına,felsefe ve mantık gibi okumalar yapmanın helal ve mübah olmadığını savunmuşlardır.Sufileri,zühd namına dünyayı terk etme,ilim(nakil,nass,rivayet) tahsilini terk etme,nefsi arındırma yollarını aşırı bularak seçmeleri nedeniyle şeriat dışı ilan etmişleridir.
 
 Görüldüğü üzere Selefiye,dini ana kaynaklarından devam ettirme,onu koruma noktasında tercih ettikleri üslubun olumlu yönlerinden hem faydalanmış,hem de faydalanmasını sağlamıştır.Buna mukabil daha dışarı açılmadan kendi içlerinde mensubu oldukları dinin savunuculuğu adına bir birlerine düşmek açısından oldukça zarar verici olmuşlardır.Bu Selefiye için eleştiri değil,tespittir.Bunun yanı sıra salt Selefi kalmayan Kelamiye,Sufiye’den esinlenen Selefiler’de olmuştur.
 
 Başta dört mezhep kurucuları ve Kütüb-i Sitte müellifleri olmak üzere en mümtaz temsilcileri şunlardır: İbn Kuteybe,Tahavi,Herevi,İbn Cevzi,İbn Kudame,İbn Teymiye,İbn Kayyım,Ali Kari.Ayrıca son dönem Çağdaş Selefiye Hareketi ekolü kurucuları :Cemalettin Afgani,M.Abduh,Muhammed İkbal,Mehmet Akif,Mevdudi,Seyyid Kutub gibi isimlerdir.Çağdaş Selefiye Hareketi ekolü savuncuları zaman içerisinde kazandıkları tecrübeler sayesinde ilk dönem ekolcüleri kadar sert olmamışladır.Nitekim tefsire soğuk bakan savunucuları olduğu halde Seyyid Kutub etkili bir tefsir yazmıştır.
 
  KELAMİYE
 
 Akla birinci derecede önem veren ekoldür.Kelam ilmi İslam fırkaları içinde akla en büyük değeri verdiği için akılcı(rasyonalist)bir yapıya sahiptir.Mutezile kaynağından beslenir lakin Mutezile kadar uç görüşleri olmamıştır.Temelleri, Vasıl b. Ata tarafından atılan ekol sonraki dönemlerde Eş’ari ve Maturidi tarafından Ehl-i Sünnet bünyesine ithal edilmiştir.
 
 Akılcı olan bu ekol de bahsi geçen akıl,hissi ve madde aleminin ötesinde bulunan hususları inceleyen nazari ve spekülatif bir akıldır.
 
 Kaynak olarak aklı alan ekolün ‘Aklı olmayanın dini de yoktur,Allah kendisi için akıldan daha değerli varlık yaratmamıştır’ zayıf hadisleri gibi dayanak noktaları vardır.
 
 Genel prensipleri;
 
 a.)Akılla nakil çatışırsa akıl evvel,nakil onunla münevveldir.
 b.)Şeirat akla aykırı olmaz.
 c.)Aklen caiz olan şey naklen de caizdir.
 d.)Dinin temelini oluşturan şey akıldır.
 
 Kelam,Selefiye gibi sadece nassları ele alarak yaklaşmamış,nass ve nakile aklı da oldukça etkili bir şekilde işlemiştir.Naaslarda geçen her hangi bir hükmü bilmek onun ‘mot a mot’ kabul edilmesini gerektirmez o hükmün aklın süzgeçinden de geçmesi gerekir görüşünü savunmuşlardır.
 
 Kelamiye, nass ve nakilde harfe dahi dokunmadan lafzi manalar ile ilerleyen kalıpçılığa,bu kalıpçılıktan oluşan hurafeler ve yanlışlıklara karşı bir duruş olarak aklı birinci plana alması dinin arındırılması açısından olumlu yönde etkili olmuş olsa dahi akılcılığın getirdiği fitneden olumsuz yönde nasiplenmesi gibi olumsuz etkileri doğurmuştur.
 
 Kelam’ın kendi içindeki zararlı gelişmelere dur demek kadar dışardan gelen etkilere de cevap bulma açısından olumlu etkileri olmuştur.Selef’in açık kapı olarak bıraktığı dışarıya karşı savunma yapma noktasında uzak durulan ilim ve felsefe alanlarını bu ekol,elinden geldiğince kapatmaya çalışmış,kısmen başarılı olmuştur.Gelişen ve değişen dünya ile birlikte ortaya çıkan yeni akımllar;Pozitivizm,Materyalizm,Sekülerizm,Nihlizm,Septizim gibi İslam’a aykırı akımları karşılamak yine bu ekolün vazifesi olmuştur.
 
 F.Razi,Seyfuddin Amidi,Ebu Hanife(fıkhen),Gazali(sonradan Sufiye’ye yaklaşmıştır),İbn Tumart,Şehristani,Kadı Beydavi,Tusi gibi şahsiyetler bu ekolün isimleridir.
 
  SUFİYE
 
 Sufiye(Tasavvuf),İslam dininde ki manevi ve ahlaki değerleri birinci plana almıştır.Zühd ve takva hayatını benimseyen,kendi içerisinde değişen zamanla birlikte değişikler gösteren bu ekolün ilk isimleri Sülemi,Kuşeyri,İbrahim Edhem’dir.
 
 Tasavvuf,nass ve nakili kaynak alır ama ondan önce keşf ve ilhama önem verir.Doğrudan vasıtasız elde edilen bilgiye yani keşf ve ilhama dayanır.Tasavvufi bilgilerin bir diğer özelliği ise sırri ve batıni olmasıdır.Tassavufçulara, mistik denilmesinin bir sebebi de budur.
 
 Keşf ve ilhama birinci derecede önem veren Tasavvufçuların dinin bireyi nefis ve kötülükten arındırma,Allah’a korku yerine aşk ile yaklaşma gibi olumlu etkileri olsa dahi İslam’ın pratiğini pasivize etme insanı melekleştirmeye çalışırken fıtratıyla oynama gibi olumsuz etkileri de olmuştur.
 
 Tasavvufçular içerisinde Hz.Peygamber’in İslam ahlakından sapmayan sufiler olduğu gibi çok uç noktalara varmış olarak;’Veliler bilgilerini,Peygamber’e vahiy getiren meleğin aldığı kaynaktan almışlardır.(İbn Arabi),Bana kalbim Rab’bimden haber verdi ki’ gibi cümleler kurmuşlardır.
 
 Sufiye de Selefiye gibi ilime önem vermez.Hatta bazı sufilerin namaz surelerini dahi bilmedikleri,kitaplarını gömdükleri rivayet edilir.Buna mukabil İslam ahlakının yaygınlaştırılması açısından ne Kelamiye ne de Selefiye,bu ekol kadar başarılı olamamıştır.
 
 İbn Arabi,Mevlana,Yunus Emre,Gazali(son dönem),Abdülkadir Geylani gibi şahsiyetler bu ekolün önde gelen isimleridir.
 
 Sonuç olarak …
 
 İslam dinine talip olma,sahip olma,kaybetmekten korkma güdümleri ile yol alan ve kendisini müslüman olarak tanımlayan her birey,muhatabı olduğu kendisi,kendisi gibi düşünenler ve kendisi gibi düşün(me)yenler arasında yürüttüğü bu yolculuğu elbette ki ‘en iyi niyetler’ ile sonlandırma hevesindedir.Lakin,bu iyi niyetlere gelişen ve değişen dönem ile birlikte iyi niyetin amelini bozan akideler de eklenmiştir.Bu konuda tek fail ilan etmek oldukça büyük bir haksızlık olur.Bu üç failli(birey,bireyin içinde bulunduğu topluluk,bireyin dışında kalan topluluk) konu belki de eşit oranda zarar ve kar sağlayarak yani varlığındaki gücüyle hemen hemen aynı etki ile bu günlere gelmiştir.
 
  Şimdiler de …
 
 Günümüz müslümanlarına baktığımızda(asla ve asla sınıflandırmak,ötekileştirmek,etiketlemek,yaftalamak amaçlı değil de durum tespitine yönelik çalışmamızda;Kim nedir?Ne yapar? sorularına cevap verip,doğru tanımlamalarda bulunmak adına);
 
a.)Müslüman olan fakat sosyal hayatına İslam pratiğini dahil etmeyen,bir nevi pasivize özelliği açısından bu günlerde moda olan Sufiye ekolünün sadece kısmi yönlerinden beslenen,etliye sütlüye dokunmayan,konformist bir yaşamı tercih edenler,zorlama durumlarında Kelamiye’nin akılcığını yine kısmen tercih edenler.Yine gelenekten kaynaklanan bir güdü ile Sufiye’nin lafzi yaklaşımından kısmen faydalananlar.Dünya ve sosyal yaşamı birinci plana alarak dini onun üzerine bina etmeye çalışanlar.
 
b.)Müslüman olan,bu tercih içerisinde salt olarak Selef’e bağlı kalan,aklı ikinci plana iten,günümüz tehlikeli tanımı ‘ılımlı İslam’ eleştirilerini haklı çıkaran,dini sahip olduklarını kaybetme korkusu ile zarara uğratan,kendisini yenileyemediği için dini çağın dışına ‘farkında olmadan’ itenler.
 
c.)Müslüman olan,sahip olduğunun farkında olan(?) kendine göre öteki olana cevap üretme çabası içerisinde ana kaynaktan uzaklaşarak fakında olmadan heteredoks bir din anlayışı geliştiren,Kelam’ın akılcılığından olması gerekenden fazla beslenen,dini bilgilere kısmen sahip olup dünyevi bilgilere tümden sahip olma çabası içerisinde,Mevlana’nın ‘pergel metarofundan’ gerekli öğretiyi almamış,sağlam bacağını dinin temel ritüellerine dayatmadığı halde,sahip ol(ma)dığı halde kendini sahip ilan ederek ederek bir de üstüne savunma çabası içine girenler.
 
 Şıkları çoğaltmak elbette ki mümkün,lakin üç başlıkta çok yaymadan tespitlerde bulunmak daha toparlayıcı.
 
 İlk gurupta(a şıkkı) bahsettiğimiz tercihleri çok fazla ele almayacağız,onları İslam dışı olarak kabul ettiğimiz için değil.O tercihi yapanlar yaşam içerisinde müslüman bireylerin çektiği sancılara muhatab,ortak olmadığı için ve kendileri sisteme uygun ‘rahat’ çözümler getirebildiği için.Hemen belirtmekte fayda var,dönem ile popülerite kazanan ve artık tehlikeli olmaya kadar giden,insanları konuşturmayacak boyutlara ulaşan ‘ötekileştirme’ yakıştırmasından burada nasiplenmek istemiyoruz.Niyet ‘ötekileştirmek’ değil durum tespiti.Zaten sık sık her paragrafta değinilen niyet şerhi,yaptığını sürekli olarak açıklama çabası ‘ötekileştirmenin’ yapıldığına dair eleştiriler almamak ve zehirlenmek adına yapılan bu çaba ‘ötekileştiriyorsun’ ithamlarının ne denli tehlikeli olmaya başladığının kanıtı.
 
 İkinci gurupta(b şıkkı) bahsettğimiz tercihler ise günümüz müslümanları içerisinde kendi içlerindeki bölünmenin sebebi ve kendileri dışındaki guruplar(farklı dini guruplar,idelojik guruplar) tarafından yöneltilen eleştirilerin haklılık kazanmasına sebep olan gurup.Bu gurup tercihler ötekileştirme işini sadece dışarısı için değil kendi içlerindekiler için de başarabilenlerin oluşturduğu guruplardır.Ötekileştiriyorusun,yaftasına en layık olan gurup olarak ele alacağımız gurubun,temele sahip olmadaki,sahip olduğunu korumaya çalışmasındaki kullandığı ‘lafzi’ olandan kurtulamama handikapı hem müslümanlara hem de İslam dinine en büyük zararı vermektedir.
 
 ‘Ilımlı İslam’ eleştirilerine bu gurubun farkında olmadan oldukça etkisi olmuştur.Zira dini genel ahlak ve kuralları içerisinde değil de kısmi olarak ele alan,bu şekli ile tebliğ yer yer teşhir yapan bu gurup mensupları İslam’ın genel duruşundan bihaber olduğu için kendi despot duruşlarını dine yamamışlardır.Sonuç olarak kendileri geri çekilince ortada ‘Zalim bir Allah’ imajı kalmıştır.Din adına davet edici Peygamber’in sahih sünnetinden ziyade ‘sert’ fıkıh alimlerinden beslenen,uydurma rivayetlere dayanan,cahiliyenin alasını yaşayan yine bu guruptur.İrşad’a ihtiyacı olduğu halde,irşad yapan bu gurup oldukça ironiktir.Genel Kuran ve Peygamber ahlakından yoksun ‘dini koruma siyasetini’ dinin kendi dili hatta hatta dinin bir nassı olarak kabul eden bu gurup dine dışardan gelen zararlardan daha fazla zarar vermektedir.Özellikle bu gurup içerisinde,bir yöntem olarak gelişen ‘Cemaat,Tarikat’ yapılanmaları eksik bilgi ve dejenerasyon neticesinde ‘Cemaatiçilik,Tarikatçılık’ halini almış,kan kaybetmeye devam etmiştir.
 
 Son gurupta (c şıkkı) ele alacağımız müslümanlar birinci gurup kadar etkisiz,ikinci gurup kadar zarar verici olmasa dahi hallerini değiştirmediği,farkında olmadı zaman ilk iki guruptan daha vehim neticelere ulaşabilir.
 
 ‘Dünyevi bilgiye’ sahip olma çabasına talipli olmada birinci sıraya yerleşeyen bunun yanı sıra bu tercihin bir sahip olduğunu koruma siyaseti olduğuna inana bu gurup,güttüğü siyasetin olumlu taraflarından faydalanır ve faydalandırır.Dialog açısından,kendini ifade etme açısından,ikinci gurubun zararını minimuma çekmek açısından başarılı olduğunu kabul etmek lazımdır.Ancak bu gurubunda faydadan zarara gitmesi ‘dur’ noktasını bilmemesiyle mümkün olabilir.Yani ikinci gurubun teşhisinde değindiğimiz ‘dünyevi ve dini’ bilginin eksikliğine rağmen bu gurup dünveyi bilgiye sahip dini bilgiden oldukça uzaklaşmıştır.Bu noktada uzaklaşma seviyesine ‘dur’ diyemez ise ikinci guruptan çok daha zararlı olabilir.
 
 Muhatabı olduğu dünyevi bilgilere fazlaca sahip buna mukabil dini bilgiden uzak kalmış bu gurubun dünyevi bilgi içerisinde eriyip gitmesi,en yakın görünen zarar olarak öne çıkarmaktadır.Mevlana’nın ‘pergel meteforu’ öğretisi bu gurup için en toparlayıcı etkiye sahiptir.Sağlam bacağınız din üzerinde,gezebilir bacağınız dünya üzerinde ise sorun yok ama iki bacak da hareket halinde ise işte o zaman durum vahimdir.
 
 Düşünsenize Nevton fiziğine,Quantum fiziğine bilgi düzeyinde sahip,bunlar ile dine vurgu yapan müslüman bireyler Kuran ve Sünnet açısından bir o kadar eksik bilgiye sahipler.Felsefenin ve felsefecilerin(İslam Felsefecileri de dahil) etkisinde evlerinin yolunu şaşıracak kadar kendini kaybeden müslüman bireyin Kuran tanımlarına kısmen dahi sahip olmaması ya da Kuran’ı Rasulullah’ın yaşantısından değil de her hangi bir felsefecinin yaklaşmından çıkartmaya çalışmak ne kadar doğru?Adet olduğu üzre yine açıklayalım,dünyevi bilgiden yoksun müslüman bireyler zaten arzu ettiğimiz bireyler değil ama dünyevi bilgi içerisinde eriyip dini bilgiden uzaklaşan bireyler de en az onlar kadar arzu etmediğimiz bireyler.
 
 Mistik olanı efsunlu bulan,felsefik olanı cazibeli bulan bu tarz yaklaşımların etkisi altında dini koruyacağım çabası içerisinde dünyevi başarının peşinde koşmak,İslam olmuş birey için ne kadar gerekli?Bu biraz da kendini kaybediş değil mi?
 
 Bu bahsettğimiz gurubun her daim ‘moderniteye karşı ayaktayız’ sloganları yürüdüğü yolda kaybettikleri ile susmuyor mu?Başarı nedir? sorusuna verilecek olan cevap,Özgürlük nedir?sorusuna verilecek cevap dini cevaplardan çıkıp dünyevi ve maddesel cevaplara dönüşmüş ise ipin ucu oralarda bir yerlerde kaçmıyor mu?
 
 Çoğu kez ‘özgürlük’ gibi sınırlarını belirlemenin mümkün olmadığı bir çatı model de var olmak yerine İslam vurgusunda bulunarak İslam’ın temel ritüellerinden ‘hoşgörü’ yaklaşımını çatı model alarak,ana kaynağa bağlı,ortodoks bir yapılanma içerisinden cevap üretmek ya da çözümsüzlğü ortadan kaldırmak mümkün değil mi?
 
 Neden özgürlük değil de hoşgörü?
 
 Müslüman kendini yitirmeye kelimelerin büyüsü ile başlıyor da ondan.Her oluşumun bir dili bu dile bağlı kelimeleri vardır.Dünyevi,modern,postmodern sistemlere aşina ola ola onların dillerini benimseyen birey zaman içerisinde kendi dilini kaybeder.Kullandığı dil ona sahip olmaya başlar.Çözümü hep o dilden aramaya başlar.Tüm bunların üstüne kendi dilinin yetersizliğinden(yetersiz olduğu için değil öyle belletildiği için) kaynaklanan bir kompleks, sahip olduğunu koruma çabasının yok olması,sahip ol(ma)dığına benzeme hareketini doğurmuyor mu?Özgürlüğe bu denli düşkünlük,birşeylerin normal olmadığını göstermiyor mu?Müslümanın ‘özgürlük’ kelimesine yüklediği anlam ile genel kalıpların kabul ettiği ‘özgürlük’ aynı şeyler mi?Aynı değiller ise ‘Neden hoşgörü değil de özgürlük?
 
 Öteki dünyanın kelimesi,başarı hem elde edilme şekilleri açısından hem de anlamı açısından müslüman bireyi dili,dilin kelimelerinin etkisi ve anlamı noktasında kendine çekmiyor mu?Klişe olarak müslüman bireylerin diline yerleşmiş ‘Müslüman Doğu dünyası neden başarısız?’Bu soruyu ilk soran biz değiliz.Yukarıda Selefiye ekolü içerisinde saydığımız isimlerden M.Abduh ve ekolü de hemen hemen aynı soruyu sormuştur.İslam dünyası Batıya oranla neden başarısız?Cevap olarak ‘İslam hatalı olamaz,öyle ise hata biz de bir Kuran’ı yanlış yorumladık diyerek dini gelenekten ayrıştırma,bidatlardan temizleme çabası içine girmişleridir.’1800’lü yıllarda gelişen bu akım dönem için olumlu yönde etkili olmuştur ancak mesele tümden çözülmemiş,cevaplanmamış soru işaretlerine bir de kıyasa bağlı kompleksler eklenmiştir.Halen bu durumun devam etmesi İslam’ın yanlış yorumlanmasından olduğu kadar müslümanın kendi dilindeki ‘başarı’ kelimesi ile dünyevi dilin kendi dilindeki ‘başarı’ kelimesinin anlamlarının farklı olmasından kaynaklanıyor.
 
 Müslümanlar kendi dilleri ile konuşup,kendi kaynaklarını cevap bulmak için kullanmadıkları dünyevi olanın kaynağını ve dilini tercih ettiği sürece hem o dil içinde kendini yitirecek hem de büyük bir kaybediş yaşayacaktır.Maalesef ki bu kaybediş eğer gerçekleşirse işte o zaman ‘ılımlı İslam’ adına en büyük örneği oluşturacaklardır.
 
 Kuran ayetleri içerisinde müteşabih kabul edilen,’hurufu mukatta’ dediğimiz harfler vardır.Surelerin başında bulunan (Elif,Lam,Mim) bu harfler sureye girmeden önce dikkati çekmek açısından önemlidir.Manasına dair bir çok görüş vardır.Kelimleri oluşturan harflerin varlığına vurgu olması açısından da önemlilerdir.Zira harfler kelimeleri,kelimeler ise dili oluşturur.Dil ise döndükçe kalbe,yaşama yön çizer.Yukarıda üzerinde durduğumuz ‘yaşarken diline sahip çık’ temasının kaynağı belki de Kuran’ın bu harflerinde gizlidir.
 
 Üzerinde durduğumuz üçüncü gurup dünyevi,öteki ve modern olana muhatab olma konusunda saydığımız guruplardan en yakın olanı ise ki öyle burada en büyük görev üçüncü gurupta şıklandırdığımız tercihi yapanlara düşmektedir.Bir bacağı sağlam basmayı başarabilirse bu gurup tüm çözümsüzlüklerin çözümü olabileceği gibi çürük bir bacağı seçerse tüm çözümsüzlüklerin nedeni dahi olabilir.Ötekinin dilini kullanabilen bunun yanı sıra kendi dilini temel alabilen bireyler müslümanların yaşam içerisinde kaybettiklerini geri kazanmaları açısından oldukça ümit vaad ediyorlar.
 
 Selef’in nass ve nakilinden,Kelam’ın akılcılığından,Sufiye’nin ilhamından yeterli ölçüde edinip ‘diline’ de sahip olduktan sonra ‘Neyim?Kimim?’ sorusuna verdiği yanıt doğru olacağı gibi ‘Nereye gidiyorsun?’ sorusuna vereceği cevap da doğru olacaktır.
 
 Diline sahip olmak ise kullanılan kelimelere ve bu kelimelerin anlamlarına bağlıdır.O dilin kelimelerinin,harflerinin kaynağı da Kur’an’dır.
 
  ”Elif,LAM,RA…İşte bunlar sana apaçık bir kitabın ayetleridir(harfleridir).'(Yusuf/1)

Trackback URL

  1. 13 Yorum

  2. Yazan:Mustafa Tarih: May 31, 2009 | Reply

    Muhterem Cemile hanimefendi…yaziniza fikirlerinize saygimi sunarim. Eger Oryantilistlerin ve onlarin izinde giden yazarlarin ve teologlarin cizmis olduklari cizgileri ön kabul gibi benimserseniz muhtemelen böyle neticelere varilabilirnir.

    Köklere inerseniz bu cizgiler kaybolur. Cünkü ne selefiye var ne kelamiye nede sufiye. Selef-i salihin kelamin kendisine degil ilk devirdeki “kelam” denildimi anlasilan mutezili kelama karsi idiler. Yoksa kelamin zatina degil. Sartlar el verirse kelam silahi kullanilir ne kelam Islamin basindan beri mevcutur. Kelime en eski devirde kullanilmasada. selef-i salihinin yolu Kelam alimlerin yolu ve sufilerin yolu ayni yoldur. Sufiler rasyonelligi daima savundular ve akil hakkinda en cok en bariz sekilde akila deger verenler onlardir. Cok seyler yazilabilinir bu hususta ama burasi yeri degil.

    Peki nicin suni selefiye-kelamiye-sufiye ayrimi yapiliyor? Cünkü Oryantilistler hiristiyanlikta olan sablonu ölcülerin genel karestiklerini Islamda mutlaka (!) görmek isterler. Hiristiyanliga yapilan muamele kiliseye yapilan muamele aydinlik hareketi icin mutlak modeldir. AKil ve din apayri olmalari, mistikcilikde akilciliktan uzak olmali ve akilin sahasi oldugu gibi kabul edilmemeli dinde. Bunlar hep hiristiyanligin önemli meseleleridir. Akil teslisi ve bir insanin ilahligini (Hz.Isa) akil kabul edemedigi icin iman akila ragmen olmali imis. Islamda ise dinde saf akla zir hicbir dini hüküm olamaz. Ehli sünnete göre öyle. Naklin gecerligi akla dayanir. Akil kabul eder peygamberiligi ve akla uygunluk heryerde ölcüdür. Imam Gazali, Muhasibi, Imam Razi, Ibni Cevzi, Imam Rufaii, Imam Rabbani ve niceleri aynisini derler.
    Islamiyeti hiristiyanligin bir cesiti gibi okumak sayisiz celiskiye götürüyor.

  3. Yazan:MY Tarih: May 31, 2009 | Reply

    Mustafa Bey,
    “Oryantilistlerin” sablonlari konusunda uyari yapiyorsunuz, güzel.

    Zaten yazar da baskalarinin kelimeleriyle konusmak/düsünmek konusunda uyariyor insanlari.

    Sizin önerdiginiz seçenek nedir? açar misiniz?

  4. Yazan:cemile bayraktar Tarih: May 31, 2009 | Reply

    Mustafa bey selamlar,ben de görüşleriniz açısından saygılarımı sunuyorum…

    Benim görüşüme göre,meselelerin kökenine inmek,tarihi tahliller yapmak oryantalist siyasetin etkisinde kalmak değil bilakis çözüm açısından aydınlatıcı bir yöntemdir.

    Selefiye,Sufiye,Kelamiye hiç kimse ben bir ekol oluşturayım hevesi ile yola çıkmaz.Seçtikleri düşünce tarzı ve kaynak aldıkları dini emirlere göre tercihlerini yaparlar ve zaman içerisinde bu tercihler kendi içinde ayrıldığı için o isimler ile ayrılırlar bu Kilise yöntemi,Oryantalist hileler değil zamanın gelişmesi,değişmesi,ortaya çıkan güçlükler ile alakalıdır.

    Kelam,Mutezile’den etkilenmiştir.Yazıda da belirttiğim gibi Mutezile’den etkilenip,Mutezileye tepki olarak gelişmiştir.Mesela,Mutezile ardından ortaya çıkan Eş’ari ve Maturidi kelamı hem bu kaynaktan etkilenmiş hem de bu kaynağa tepki olmuştur.İlerleyen zaman içerisinde Eş’ari biraz daha selefe yaklaşmış ama ‘akılcılıktan’ hiç kopmamıştır.İmam Hanefi mesela fıkhen kelami akılcıdır,itikadi olarak sünni ve selefe yakındır.Yani görüşler birbirinden etkilenmiştir.Bunun Kilise siyaseti ya da Oryantalist yöntemler ile alakasını ben şahsen göremiyorum.Zaman içerisinde şekillenen hatta şekil değiştiren ana kaynağını koruyan bir dinin bu gelişim sürecini işlemek nasıl Oryantalist düşünce tarzının etkisinde kalmak oluyor bunu da anlamış değilim?

    Selefiye,Sufiye,Kelamiye’yi kısaca inceledik,burada bahsettiğiniz niyette bir ayrım yapmak niyeti yok.Sadece İslam’a yaklaşım şekillerini,bakış açılarını ortaya koyduk.Bu ayrımclık ya da bölünme değil durum tespitidir diye de ekledik.

    Yeri gelmişken ilk üç başlığı Selefiye,Kelamiye,Sufiye’yi incelerken ‘İslam Düşüncesinin Yapısı’ kitabının yazarı SÜLEYMAN ULUDAĞ beyefendiden çok faydalandım kendisine sonsuz saygılarımı sunmak isterim,konuyla ilgili olarak kitabından çok istifade ettim.

    Mustafa bey ayrıca;

    Cünkü ne selefiye var ne kelamiye nede sufiye. Selef-i salihin kelamin kendisine degil ilk devirdeki “kelam” denildimi anlasilan mutezili kelama karsi idiler.

    Daha Mutezile ortada yok iken Ma’bed Cüheni,Geylan-ı Dımişki,Cehm b. Saffan gibi bazı isimler ‘akla’ dayanarak ilk defa nassları tevil etmişlerdir.Yani Kelam’ın Mutezile öncesinde var olduğuda bir gerçek,tabii tarihsel süreçler olduğu için farklı görüşler de olabilir.

    Yineliyorum,ayrım yapılmıyor,ekollerin üslupları ‘öğretmek’ amaçlı inceleniyor.

    Mesela şimdi sizin yazıdan çıkarttığınız Oryantalist öğretisinin yolundan gidip böyle bir ayrıma düşüldüğü ama benim anlatmak istediğim -Mehmet bey Allah razı olsun yakalamış- kendi kelimelerinle konuş’ kendine dön,kendi içinden gelen ile yöntemler kur demek idi.Şimdi burada görüş ayrılığına düştük mü?Düştük.İşte o ekollerde böyle oluşmuştur,İslam’ın tepliğine yönelik çalışmalarda bu şekilde ortaya çıkmıştır.Görüş ayrılıkları.Ne yani şimdi siz ve ben de yazı üzerinde konuşurken ayrı ayrı düşündük diye oryantalist bakış açısına örnekleme mi olduk :))Bazen fazla tepki vererek asıl oryantalist bölünmelere tepki verdiğimiz halde biz o yöntemin kucağına düşmüyor muyuz?

    Bir de küçük not ekleyeyim,İslam dini bilmek öğrenmek ile değil ancak yaşamak ile var olacak bir din,bir çok oryantalistin bu dini bir çok müslümandan daha iyi bildiğini ama bu dine iman etmediklerini biliyoruz.Demek ki bilmek sahip olmak demek değilmiş,sahip olmak yaşamayı gerektirir.Bu noktada dinin içinden olmayan bir düşüncenin o dine yöntemlerini sokması ve yaralaması mümkün değildir.Kürtçe bir ata sözü ‘baltanın sapı ağaçtan olmasa,balta ağacı kesemezmiş’ der.Biz kendimize zulmetmeyelim de…

    saygılar

  5. Yazan:bora Tarih: May 31, 2009 | Reply

    “Selef’in nass ve nakilinden,Kelam’ın akılcılığından,Sufiye’nin ilhamından yeterli ölçüde edinip ‘diline’ de sahip olduktan sonra…”

    sonuç umut verici olmuş. gerçekten de ekollerin, okulların birbirini tekfir etmesi islam’a dışındaki düşmanlardan daha çok zarar vermiş gibi görünüyor.

    selefilerin fıkhi hassasiyeti saygı değerdir ancak dışında bıraktıkları, reddettikleri alan muazzamdır. bu alana yönelttikleri eleştiriler de kendi hayallerinde yarattıkları bir ucubeye yönelttikleri eleştiridir. insan kafasındaki en çirkin şeytana tasavvufçu der ise onu baş düşman edineceği de ortadadır.

    selefilerin tasavvufa saldırırken onun dış kaynaklı olduğu, hintten, yunandan geldiği gibi zayıf bir argumanı vardır. sanki islam’dan önce insan yoktu, akıl yoktu, dil yoktu, peygamberlerin sözleriyle şekillenmiş insan fıtratı yoktu. eğer irfani gelenek başlatılacaksa bunu Adem peygambere kadar götürmek gerekir ve insanlığın ortak zihinsel ürünü ve fıtri bir algı olanağı olarak ele almak onu yunandan başlayan bir düşünce sanmaktan daha akıllıca olacaktır.

    tasavvufi kavrayış bir “düşünce” değildir. o üzerinde pekçok düşüncenin hayat bulabileceği zihinsel bir zemindir. vahdeti vücud yada vahdeti şuhud olarak adlandırılan olgu sıradan tikel düşünceler yada düşünce öbekleri gibi değildir, bütün düşünceleri ve kavramları üzerine inşaa edebileceğiniz bir temeldir. yani örneğin marxizm, kapitalizm, selefilik vb onu kapsayamaz ama o zemin bütün bu düşünceleri taşır ve kendi perspektifinden konumlandırır. zaten buna benzer başka bir taban, zemin de yoktur. o yüzden bu alternatifi yada rakibi olan diğer düşünceler gibi ele alınamaz. zaten hemen bütün kültürlerde olması onun reddedilebilir bir düşünce değil, bambaşka bir olgu olduğunu göstermektedir.

    selefiler adeta şöyle diyor. “onlar yürüyorsa biz oturacağız.” “onlarda öyle düşünceler var ise biz bunu kabul etmeyeceğiz.” halbuki islam dini ayıklanması gerekeni ayıklamıştır ve yasaklananlar arasında akıl yürütme yoktur. aksine akıl yürütme teşvik edilmiştir. hatta içtihad teşvik edilmiştir. o kadar teşvik edilmiştir ki samimi bir şekilde kitaptan anlam ve hüküm çıkartmaya çalışan hata yapsa bile sevap kazanır. isabet ederse bu 2’ye katlanır. bu açıkça Kur’an okumayı ve ayetler üzerinde düşünmeyi ve okuduklarından yeni anlamlar çıkartmaya çalışmayı teşviktir.

    islamın üvey evladı sayılmış olan kelam ve felsefe (hikmet) batının ilerlemesini sağlayan dilde derinleşme ve yöntemli düşünme eğiliminin nüvesini taşır. batının ilerlemesini sağlayan; dilin, yüzeydil’den, gevezelikten başka bir kullanımınının da olduğunu anlaması ve ona hakettiği önemi vermesidir. bu sayede felsefe çekirdeği açılmış içinden bilim ağacı çıkmış ve dalları ile tekniğe kadar ayrıntılanmıştır. bu yöntemli düşünme -bilimsel yöntem- tüm alanlara tarımdan, sanayiye, ticaretten, sağlığa vb uygulanmış ve o alanların ayrıntılanmasına, aydınlanmasına, ürün vermesine sebep olmuştur. işte çöküş dönemi müslümanlarının kıymet vermediği kelam ve hikmet böyle bir potansiyele sahiptir.

    müslüman toplumlar hikmetin değerini takdir edemediğinden yöntemsiz, içgüdüsel düşünme ve inceleme alışkanlıklarını sürdürmüş, eşyayı ve kavramları böyle anlamaya çalışmış, bu tabiyatı itibarıyla zorlu çabadan gerekli verimi alamayınca da onu büsbütün bırakmış ve yüzeydil’e angaje olmuştur. müslüman toplumlar eşyanın yada kavramın bağlantılarını ortaya çıkartan “yöntemi” bulamamıştır. her şeye tatbik edilebilir tek bir basit yöntemin, küçücük bir anahtarın dünyanın tüm hazinelerini açacağı kimin aklına gelirdi ki.

    bu üzücü durum kesinlikle islam’a izafe edilemez. müslüman toplumların eksikliğidir. vahim olan şudur ki müslüman toplumlar ders almamakta, bilim ve hikmet hala üvey evlat muamelesi görmeye devam etmektedir. ve müslümanlar başkalarının yaptığı otomobil ve uçaklarla birbirlerine hava atmaya, başkalarının yaptığı bombalarla, silahlarla birbirlerini öldürmeye ve o silahları yapıp ellerine verenlere üstünlük taslamaya devam etmektedir. yazık ki müslümanlar bu şartlarda gerçek bir mücadeleyi kazanmaktan çok uzaktırlar. eğer bütün entegre teknolojiler çöker de hepbirlikte taş devrine dönersek müslüman toplumların bir şansı olabilir yoksa tek çözüm, bir an önce bilimde ve sanayide ilerlemek ve sözde islam adına bu eğilime itiraz edenlere de kulak asmamak gibi görünüyor.

    selamlar.

  6. Yazan:Ali Yürekli Tarih: Haz 1, 2009 | Reply

    Selef’in nass ve nakilinden,Kelam’ın akılcılığından,Sufiye’nin ilhamından yeterli ölçüde edinip ‘diline’ de sahip olduktan sonra ‘Neyim?Kimim?’ sorusuna verdiği yanıt doğru olacağı gibi ‘Nereye gidiyorsun?’ sorusuna vereceği cevap da doğru olacaktır.

    Açıkçası bu konularda derin bir bilgi birikimim yok ama bu tesbitinize katılıyorum(bütün fikirlerden beslenme fikrine)
    Açıkçası bu konularda bilgim olmadığı için ben daha düşük düzeyde bir analiz yapacam. Bizim sorunumuz pergel olamamak ve onu kullanamamak. Şöyle ki; Çözümü pergelin bir ayağında arıyoruz tabi tam bir çözüm hasıl olmuyor sonra pergelin diğer ayağında çözümü arıyoruz onda da çözümü tam bulamıyoruz. Sonra pergelin iki ayağında çözüm arıyoruz bu seferde gücü eşit paylaştıramadığımız için istenen çözüm oluşmuyor.(Pergelin bir ayağına gücü fazla verirsek istenen çizim güzel olmaz mesela ben bu ayarı hiç tutturamazdım tam bir daire çizebilgiğimi hatırlamıyorum genellikle yumurta şeklini alırıdı:))Bunu başarabilmek için Pergelin iki ayağına da(ahlak ve bilim) eşit yumuşak güç kullanmak gerekiyor. Ancak o zaman muhteşem bir sonuç ürün ortaya çıkıyor.
    Çözüm ne bilime sarılmakta ne de ahlaka sarılmaktadır. Bunlar birbirini tamamlıyan karı koca gibidirler. İlim tek başına topaldır ahlakta tek başına topaldır. Ancak ikisinide kullanırsak yürümeye, koşmaya başlıyabiliriz ki bu da yattığımız yerden konuşmakla olmuyor. Okumak okumak çalışmak çalışmak yaşantımıza uygulamakla mümkün. Bu da zor iş.:)

    Müslümanların ve dindarların durumuna gelirsek. Şu şekillerde sıralıyabiliriz.
    1-Dünyanın nimetlerine, arzu ve şehvetine esir düşmüş kendisinden başka kimseyi düşünmeyen hatta bu yolda çalıp çırpmaktan, haksızlık yapmaktan tereddüt etmeyen kesim. Zenginliğe giden her yol meşrudur yeter ki fırsat bulsun. Yaptığının yalnış olduğunu bilse de yalnış yapar vicdan azabı duymaz.Yaptım sanane der.
    2-Zikzak çizen yaptığının yalnış olduğunu biliyor bunun için acı çekiyor yapmak istemiyor lakin sonuçlarına katlanmak zoruna gidiyor. Bu her konuda olabilir. Genellikle bu kesim haksız istek ve arzularını dine havale etmekte sakınca görmez. İşine gelmeyen din bilgilerini ya görmez ya da bilmez görse de bilse de. Üstünde çalışılırsa iyileşme olur. Değişime baskı uygulamaya açıktır. Bunların yüzü kızarır.
    3-Olabildiğince dinini kendi halinde yaşayan etliye sütlüye karışmayan kişilerdir. Zararsızdırlar nötür. Yumuşak yüzlüdürler.(istisnalar hariç)
    4-Olabildiğince dinini yaşıyan ama cahilliğin getirdiği katı, haksız ve yalnış bir kabalığı vardır. Bunlar müslümanlar arasında da sevilmezler. Bunlar dine en çok zarar verenlerin başındadır.(kötü örnek olma bakımından)
    5-Dinini belli ölçüde öğrenmiş değişime açık lakin çok da temkinli olan bir kesim. Argümanlarınız çok güçlü olur korkularını giderirseniz özgülükçü olabilir. Yükselmeye elverişli.
    6-Dini bilgisi olan ve ilimle harmanlamış pıragmatik ortama uyum sağlıyabilen pergelin her iki ayağına yumuşak güç kullanabilen sanayi devrimini hızlandıracak ve süper küresel güç bandına atlatabilecek kesim. Adil, hakkaniyetli osmanlı geleneğini temsil eder. Lakin insan olmaktan doğan kusurlar gözlenir.
    7-Tarikat ehli büyük manevi liderleri vardır. lakin bazen müridleri cahil ve kendini geliştirememiştir. Amaç bunları zalimlikten nötür hale getirmek veya topluma ve etrafına zararı minumuma indirmektir. Umut, kendini değerli hissetme duygusu verir.
    8-Uydurma tarikatlar bunlar tarikatı kullanan hırsızlardır bugünlerde en belirgin olanı ali kankancılardır. (Eroin fabrikası çıktı.) Bu tuzağa düşmemenin en belirgin özelliği Rüya alemidir ayrıca davranışlarınızın güzele gitmesi ve sizi yalnışlardan alıkoyması, telkinlerde bulunmalarıdır. Tabi bu analizde eksik gedik olabilir. Bunun için çok geniş bir araştırmaya ihtiyaç vardır bu sadece gözlemden doğan bir analiz araştırmaya muhtaç.

  7. Yazan:cemile bayraktar Tarih: Haz 1, 2009 | Reply

    Bora bey,

    Paul Hazard, ‘Batı Düşüncesindeki Büyük Değişme’ adlı kitabında tarih öncesi devirlerde yaşayan insanların belki de daha mutlu olduğu görüşünden bahsediyor,güzel izah etmiş.Ben kısmen bu görüşe katılıyorum.Zira yaşam teknikle bütünleşince ruhlar da o tekniğe bürünüyor,maddeleşip ruhumuzdan yitiriyoruz,keşke olmasa ama oluyor…

  8. Yazan:bora Tarih: Haz 2, 2009 | Reply

    cemile hanım,

    ilk çağlarda insanlar daha mutlu olabilir. yada doğaya, doğala daha yakın insanlar daha huzurlu olabilir. teknolojinin eleştirilecek çok yanı olabilir. bunlara katılabilirim ancak ben islam ahlakının teknolojinin ve bilimin olumsuz özelliklerini kontrol altında tutabileceğine inanmak istiyorum. teknolojinin yan etkileri onun rekabetçi, kontrolsüz ve ahlaksız bir anlayış güdümünde geliştirilmiş olmasından kaynaklanıyor olabilir mi?

    sonuçta davut peygambere, demiri işlemeyi, zırh yapmayı yani teknolojiyi öğreten Allah’tır. bu bağlamda sizce davut peygamber maddeleşip ruhundan kaybetmiş midir?

    selamlar

  9. Yazan:A.haydar Tarih: Haz 2, 2009 | Reply

    Sayın Cemile Bayraktar;
    İslam’ın ve Müslümanların radikal,ılımlı,gelenekçi gibi bir takım kategoriler adı altında vasıflandırılmaları,kafir batının kasıtlı çabalarının bir sonucudur.İslamın radikali-ılımlısı olmayacağı gibi,müslümanında olmaz.İslam coğrafyasını parçalayabilmek için İslami Hilafete son veren İngilizler,ondan sonrada boş durmamış; Batı dünyasında bulunan çıkar mücadelesini bile söz konusu İslamla ve Müslümanlarla savaş olduğunda bir kenara bırakmışlardır..Müslümanların akidevi konularda ihtilaf etmeleri olacak şey değildir..Ancak metod ve üslupla ilgili konularda ihtilaf edebilirler.Bu ihtilaflarını da Kuran ve Sünnete götürmeleri ile aşamayacakları hiç bir engel olamaz..Bu bağlamda Amerikan stratejik araştırma kurumu Rand Corporation’ın yayınladığı rapordan bazı bölümleri dikkatinize sunmak istedim;

    Raporda Müslümanları fundamentalist, geleneksel, modernist ve laik olmak üzere dört kagoriye ayırıyor ve şöyle bir strateji öneriyor: Anti-emperyalist ve sosyalist düşüncelerinden dolayı laiklere güvenilmez. Fundamentalistlere ve geleneksel Müslümanlara da. Fundamentalist ve gelenekseller arasında oluşabilecek yakınlık engellenmeli. Birbirleriyle savaşmaları teşvik edilmeli.
    ABD ve Avrupa için güven telkin edilenler sadece, kitleleri yönlendirmede Kur`an`ı sınırlandıran modernist Müslümanlardır. Bu grup desteklenmelidir Fundamentalistler zayıflatılmalı ve yok edilmelidir.Deniliyor.

    Yapılması gerekenler şöyle sıralanıyor:
    1- Önce modernist ve laik Müslümanları destekle. Bunun için: Modernist liderler, modeller ve kadrolar oluştur. Eserlerini yayınla ve dağıt. Kitlelere hitap etmelerini sağla. İslami eğitimde düşüncelerini öne çıkar. Fundamentalistlere ve geleneksellere karşı onlara medya desteği ver. Gençlere İslam öncesi ve İslami olmayan tarih bilinci aşıla. Laik kültürel kurum ve etkinlikleri güçlendir.

    2- Geleneksel Müslümanları fundamentalistlere karşı destekle. Bunun için: Aralarındaki anlaşmazlıkları teşvik et. İki kesim arasında oluşacak ittifakı engelle. Modernistlerle gelenekselleri birbirini yakınlaştır. Geleneksel kurumlarda modernistlerin sayısını artır. Gelenekseller arasında farklılıklar ortaya çıkar. Hanefi mezhebi ile diğer mezhepler arasındaki farklılıkları büyüt.

    3- Fundamentalistlerle savaş. Bunun için: Onların İslam yorumunu ve çelişkilerini sorgula. Şiddet eylemlerinin sonuçlarını abart. Bu kesim içindeki liderlerin yolsuzluk gibi olumsuz durumlarını ortaya çıkarmaları için gazetecileri cesaretlendir. Bu mesajlar için gençleri, dindar geleneksel toplulukları, Müslüman azınlıkları ve kadınları hedef al. Eylemlerine sempati beslenmesini, kahramanlaşmalarını önle. Onları korkak ve düzen bozucu olarak göster.

    4- Seçici bir şekilde laikleri destekle. Bunun için: Fundamentalizmin ortak düşman olduğuna dair onları cesaretlendir. Laik Müslümanların ABD karşıtı güçlerle, milliyetçilerle ve solcularla ittifak kurmalarını engelle. İslam`da din ve devletin ayrı olduğu ve bunun imanı tehlikeye atmadığı düşüncesini destekle.

    5- `Batılı İslam` tezini destekle.
    6- Sufizmi güçlendir. Sufi geleneğin tarihlerinin parçası olduğuna inandır. Sufi öğretileri müfredatlara sok.

    Müminler düşmanlarını ve düşmanlarına uşaklık eden işbirlikçi liderlerini tanımadıkça bu kafirlerin kurmakta olduğu tuzaklara düşmeleri kaçınılmazdır…

  10. Yazan:cemile bayraktar Tarih: Haz 2, 2009 | Reply

    Bora bey,

    keşke bizim ‘teknoloji’ anlayışımız Hz. Davud kadar masumane olsaydı ama maalesef değil.Ben teknolojinin dur durak bilmeyen insanı robotlaştıran taraflarını eleştiriyorum.

    A. Haydar bey,

    Müminler düşmanlarını ve düşmanlarına uşaklık eden işbirlikçi liderlerini tanımadıkça bu kafirlerin kurmakta olduğu tuzaklara düşmeleri kaçınılmazdır…

    yazmışsınız…

    Benim cevabımda şu ‘müslümanlar sizin yaptığınız gibi ümmet içinde sizden farklı düşünen herkesi ‘İŞBİRLİKÇİ’ ilan edip kendi içlerinde bölündükçe o tuzaklara düşer.

    Ümmet’in bir dili vardır,bu dil Rasulullah örneğinden yola çıkarak mümine yakışan ‘yapıcı’ bir dildir.Şiddet zalimin silahıdır ne İslam’ın ne de müslümanların dili başka tercih kalmamış olana kadar asla ve asla şiddet olamaz.Sizin gibi kardeşlerimiz ‘zalim İslam’ çirkin hakaretlerini haklı çıkartıyor,işte buna üzülüyorum.Keşke biraz siyer okusanız,Rasulullah’ı tanısanız.

  11. Yazan:MUstafa Tarih: Haz 3, 2009 | Reply

    Bu site farkli düsüncelere yer veriyor ve bu olgunlugu tasiyor. Maksadim ikna veya red falan degil. Hedefimde sizin cikardiginiz neticeler degildi. Düsünceye yeni kapi acmak bu konularda. Okuyucuya bazi noktalarda farkli yol sunmak. Tercih okuyucundur fikir oundur. Elbette kendi uslubumuz ve kelimelerimiz ile fikir yoguralim. Kendimi yorum yazmamaktan alikoyamadim hassas oldugum konulari karsimda buldugum icin. Din tarihimize dinimize cok haksizlik yapildi cok sacma seyler söylendi ideolojik maksatlar veye degisik gayeler icin ilmi zihniyete uymayan haller cok oldu. Önümüzde bir yigin dolusu “yorumlar” var islami anlatiyor iddiasi ile ve temel eserleri bloke ediyorlar. Misal vereyim. Bundan bir müddet evvel bir yazar Imam Gazaliyi ve Ibni Rüsdü kiyaslar ve islam dünyasinin teknikte ilimde geri kalmasini Imam Gazalinin eserlerine baglar. Ibni Rüsdü benimsemis olsa idik öyle olmaz imis. AYni iddia bircok yerde okumak mümkün. Bunun kökü Munk isimli 18.yüzyilin baslarinda yazmis oldugu eserindeki görüsün tekraridir. Mevzuyu ve bu iki alim ve filozofun hic okumayarak veya anlamayarak anlasilan kopye ederrek fikirleri takdim etmek sözkonusu. Nitekim aslinda tam tersi…Iyiki Ibni Rüsdcülük gelmedi bize. Ibni Rüsd aristocudur. Aristonun ilim anlayisi tamamen felsefiktir. Empirik ve tecrübi ilimler ona göre ilim degildir. Ilim statüsü yoktur. Tecrübi ilimler dogru bilgi getirmez ve sadece felsefenin getirdigi hakikatleri gösterme acisindan faydalidir. Avrupada önce eflantunculuk yaygin idi sonra kilisede aristonun etkileri artti. Sonra Francis Bacon ve digerleri ile empirik ve tecrübi ilimler ile yeni ilmi anlayis ile aristocu ilim anlayisi demonte oldu. Bu aristoculuktan arinma ta Einstein zamanina kadar sürdü. Einstein bile bir takim aristocu fikirleri ile bogusmak zorunda kaldi.Imam Gazali ise fen ve teknik ilimleri kücümseyen yazisi yoktur aksine yüksek tutar deger verir. Eflancunculuga karsi aristoculuk “ilerleme” kabul edildigi icin illa bizdede zoraki sablonu pres ederler. Uymaz ise uydururlar (!). Bu adamlar ne Gazaliyi ciddi sekilde okudular nede Ibni Rüsdü.

    Acizane yaygin olan selef-i salihin, kelam alimleri ve sufiler hakkinda görüsleri sübhe ile karsiladim.
    Kimi oryantalist yazarlar veya acikcasi cogu esariligin hanbelilik ve mutezilik arasinda orta yolda gittigini ve sadece bu degil mutezilikten etkilenip dogdugunu ifade veya ima ederler. Ehli sünnet yazarlar orta yol oldugunu kabul eder velakin mutezilikten etkinin akidevi olmadiginin altini cizer. Bu cok mühim. Sekil ve metodda etki ise mahiyetde degildir ama bu sekil ve metodda etki bile tartisabilinirdir.
    Kelamda karsit görüslerin iddialari ve sistemleri önce tanitilir ifade edilir aciklanir sonra akli veya nakli kritigi yapilir. Akli kritik mutezililer yaptigi icin ve kendisinin eskiden mutezili oldugu icinmi yapti Imam Esari yoksa akli kritigin zaten yasak olmadigi icinmi ehl-i sünnetde uyguladi Imam Esari? Benzerlik illa genetik bagimlilik getirmez. Peygamberler, Peygamber efendimiz ve sahabe yeri gelince akli metodu uygularlar. KUrandaki genc Hz.Ibrahimin menkibesini hatirlatirim mesela. Veya Peygamber efendimizin Necran hiristiyanlari ile munazarasi. Veya Ibni Abbasin Haricilere yaptigi “kelam” ve neticesinde haricilerin bir bölümünün davalarindan vaz gecmeleri. Mutezililer yüzünden degil zamanin zaruretinden kelam silahinin kullanilmasi sart olmustu. Ne zaman ayriliklar cok az veye toplumda önemsiz derecede olursa kelam silahi susuyor veya geriye birakiliyor. Ibni Haldun kelamin kendi zamaninda pek gerekli olmadigini yaziyor.

    Akli tevil olub olmamasi farkliliklari izah eden mevzu degildir cünkü ehl-i sünnetde akli tevili bilir uygular. Burda can alici nokta aklin sahasi meselesi. Yani aklin üzerinde olan aklin ulasamadigi sahada kesin hüküm verenler ile öbür tarafta kesin hüküm vermeyip sünnetin cogulcu yoldan gelen akidelere sahib cikmalari. Akila önem ve selefin yolu ayri kutuplar veya tamamen farkli seyler oldugu nerden cikmadirki? Var midir öyle sey acaba? Var diyenler bana Ibni Kudameyi öne sürmüslerdi. Kendisi hanbeli alimi. Eserinde kelam alimlerine sert bicimde kiziyor sucluyor. Kelamcilar diye kasdettigi ise acaba kimler ? Kendisi onlarin vasflarini veriyor. Bunlarin arasinda : sünneti kabul etmemek. Sünnete ters bilgilere inanmak. Bu ise Hanbelilerin eski devr alimlerin uslubunu lisanini kullandiklarini gösteriyor. Yani Kelam deninince mutezili kelami anlasilan ilk devrler. Ibni Kudame metodu ise aynen Esarilikteki gibi. Kelamin metodunu uyguluyor. Yani kendiside kelamci. Akli argumentasyonlar akli isbatlar veya redler ileri sürüyor. Bu konular kolayca anlasabilinecek iken onu hiristiyan kilise babalarindan Tertulliana benzeten Oryantalist (tercüme eden) yazar var karsimizda (!) Tertullian “Akla zit oldugu icin inanmak lazim” diyen veya bu manada cümleleri olan Kilise babasidir. Hanbelilerin asiri kanadi olan mücessime denilen ehl-i sünnet disi akimdan etkilenen grub disinda (ki bu “Hanbeliler” tabaka kitablarinda “Hanbeli” seklinde yazilsalar bile aslinda ehl-i sünnet degildir) hepsinde öyle veya böyle kelam vardir. Ehl-i sünnet kendini rasyonel bulur akli bulur ama aklin sahasini gecip spekulatif sahada kesin hüküm vermezler mutezililer gibi. Akli olmak ile akilcilik arasindaki fark. Akli herseye her sekilde ölcü almak mutlak sekilde rasyonalizmdir. Hayatin icindeki insanin dünyadaki hayati icinde akil ile yapilmaya calisilan akilcilik. (Mutezililer tamamen akilci degildiler).Ehli sünnet ise derki “Islam akil dinidir” ama burda kasdedilen akil akl-i selimdir. Mukemmel akil. Imam Gazali miskat ul envarda bu önemli farki anlatmakta. Insanin bu dünya hayatindaki akli cevrilmis sekildedir. Unutkanlik, hayal, his organlarin etkisi, duygular vesaire bütün bunlar akil ile beraberdirler ve nüfuzlari vardir ve akli her yönü ile hür birakmiyorlar. Insan ölünce bu perdeler kalkiyor. Peki ölmeden evvel yol yokmu aklin gelismesi icin ? Imam Gazali derki : var. Tasawwuf yolu. Tasawwuf yolu mistikcilikle alakasi yoktur. Bunu sadece Imam Gazalimi yaziyor ? Imam Rabbani Mektubatindada yaziyor. Imam Ahmet Rufaide ve hicbir büyük sufi alimin akil düsmanligi yaptigini duymadim okumadim. Akilcilik yapanlara yaptiklari kritigi akla yapilmis gösterene acaba ne demeliyiz ? Tasawwuf alimleri Kelam ilminin temel eserlerini bilirledi okurlardi.

    “Selefiye” kelimesini bizde izmirli Islamil Hakki bey ortaya atmisti ilkin. Selef-i salihin denilen ilk 3-4 jenerasyon ilk müslümanlar ile “selefiye” denilen reform hareketi esit degildir. Selef-i salihinin yolu inancta ve amelde ehli sünnetin yolu biliriz sünni olarak. Bu yolda yeri geldimi kelamda olur tasawwufda. Zaten tasawwuf bir yana tasawwufsuz Islam öbür yana diye ayirimda mümkün degil. Kelimelerdeki ayrim esasta ayrim getirmiyor. Islam ahlaki Tasawwufun temelidir. Ahlak ise fikihinda sahasi. Önce bir takim oryantalistler sonra selefi denilen bazi Misirda yazarlar basladilar selef-i salihin ile esariligi farkli görmeye ve tasawwufu olmadigi gibi empoze etmege.

    Sünniligi olmayan bir katoliklik gibi görüb var olamayan islami protestanligi bu hayallerdeki “katoliklige” cevab sundular. Dini sahada kalem oynatsalarda kaynak aslinda baska yerlerdendir. Batidaki teknik gelisme ve toplumlarin refahi ve düzeni ve kurduklari sistemler ve ayni zamanda tek tek islam diyarlarin elden cikmasi…ve benzer konular insanin psikolojisine etki yapar. Kimi baslar sebebi dinde aramaya. Dine acikca saldiri olamadigi icin Islamin yüzde 90ni olan “kelam, mezheb, sufi Islami” denilen Islama catarlar ve bunlarin “sapik” olduklarini iddia ederler. Selef-i salihini kendilerine benzetmek isterler.

    Halbuki akidede mahiyetde esarilik ve maturidilik selef-i salihinin yolu ile aynidir. Temel mesele olan mütesabih nasslarin tevili konusunda tenzihi benimseyip ic manalari Allaha havale etmek selef-i salihinin yolu ve halef denilen sonrakiler bu nasslari üstelik hipotetik tevil yapmislar yani Allahin muradi kesinlikle söyle veya böyle bu konularda demediler acik biraktilar ve dolayisi ile birinci usule celiski arz etmediler selefin yolunu devam ettiler. Cevher ve araz gibi konulari isleselerde bu konular akideyi genisletmez hatta olmasada olur. Akidenin parcasi degildir etkilemez.

    Akademik teolojinin ilahiyatin yaninda Medrese-Akademi karisimi özerk yüksek okullar sarttir. Müslümanlar asagi yukari 100 seneden beri Medreseden yoksundurlar ve din gitgide yüzeysellesmekte cesit cesit cok sayida akimlar meydana gelmekte. Bunun toplumu ve neticede devleti tehdid eder asiri akimlarin zamanla meydana gelmesine sasmamak lazim. Fikir ve inanc hürriyeti oldugu halde batida büyük kiliseye öncülük veren ve cesitli imkanlar veren hukuki sistemleri mevcuttur.Kilisenin kendine ait ve kendi din alimlerini yetistiren yüksek okullari vardir devletin ilahiyat fakülteleri haric. Yahudilerdede öyle hamamlarin yetistirildikleri yüksek okullari vardir. Dini sistematik bilen aydinlarimiz pek olmadigindan anlama ve kavrama karmasiklari olmayan yermi var Türkiyede ? Türkiyedeki Ilahiyat bin yildan fazla olan muhtesem ilmi mirasi henüz tasiyacak mahiyetde degildir. Istisnalar haric alim degil “ilim adamlari” yetisiyor. Kelam tarihi henüz hakki ile yazilmadi.

    Laf uzadi hakkinizi helal edin. Fikirlerimi acik ve net ifade edemedim. Uzadikca uzamasinada icim razi olmadi. Bir yerde nokta koymak lazim.
    Süleyman Uludag kiymetli Profesörlerimizdendir. Fakat gözümüzü yumarak ona dayanmak olmuyor veya ben sahsen yapamam. http://www.darulhikme.org.tr/?sf=yazar&haberid=100&ktg=27

    Selamet ile…

  12. Yazan:Mustafa Tarih: Haz 3, 2009 | Reply

    uzunca cevab yazdim ve gönderdim velakin yazi cikmadi. 2-3 defa tekrarladim yine olmadi. Hayirdir insallah.

  13. Yazan:cemile bayraktar Tarih: Haz 3, 2009 | Reply

    Mustafa bey,

    Bu site farkli düsüncelere yer veriyor ve bu olgunlugu tasiyor. Maksadim ikna veya red falan degil. Hedefimde sizin cikardiginiz neticeler degildi. Düsünceye yeni kapi acmak bu konularda. Okuyucuya bazi noktalarda farkli yol sunmak.

    Kesinlikle katılıyorum.Siz de bu olgunluktan payınızı almışsınız.Düşünceye yeni kapı açmak konusunda da üstünüze düşeni yapmışsınız.Elbet ana kaynaktan sapmadan farklı düşünebileceğiz.Paylaşımlarınız için teşekkür ederim,saygılar…

  14. Yazan:Ekrem Senai Tarih: Haz 4, 2009 | Reply

    haydar bey,

    Bu bağlamda Amerikan stratejik araştırma kurumu Rand Corporation’ın yayınladığı rapordan bazı bölümleri dikkatinize sunmak istedim

    Yayınladığı raporun orjinalinin linkini verir misiniz?

  1. 4 Trackback(s)

  2. Haz 26, 2009: Ayy bu yazınız çok uzun, hiç vaktim yok! : Derin Düşünce
  3. Eyl 30, 2009: Güzellik Matkabı Zekâ Duvarını Deler mi? : Derin Düşünce
  4. Tem 1, 2010: Aleviler Ama Namuslu İnsanlar (Cafer Solgun İle Röportaj) : Derin Düşünce
  5. Eki 29, 2010: Müslüman Aydın, kadın projeleri, sosyal inşa denemeleri üzerine : Derin Düşünce

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin